SİYASET

CHP’nin “seçimi” ve sol

Ecehan Balta & Foti Benlisoy (Başlangıç Dergisi)- Yerel seçimler yaklaşırken CHP’nin “sağa kırması”, sol mahfillerde şaşkınlık ve öfkeye yol açıyor. İstanbul ve Ankara adayları hakkında fazla söze hacet yok zaten. Görünen o ki CHP, Tayyip Erdoğan’lı AKP’nin erozyonu karşısında açıkta kalması muhtemel merkez sağ seçmeni toparlayacak bir profille seçime gitmeyi hedefliyor. Buna bir de cemaat ve ABD yönetimiyle artık aleni hale gelen flörtü ekleyelim. Belli ki CHP, “yönetebilir” ve “sorumlu” bir siyasal güç profili çizme ve çeşitli güç odaklarına kendisini beğendirme, tasdik ettirme arayışı içerisinde.

CHP bu tercihinde çok rahat. Parti içerisinde bu yönelime karşı sesler elbet var. Ancak bunların baskın çıkacağını, partinin seçim politikasında ciddi bir değişikliğe neden olacağını beklemek yanlış olur. Parti örgütü muhtemeldir ki yaklaşan seçimlerde “AKP’yi geriletmek” adına her türlü “esnekliği” içine sindirecek, sindirmek zorunda kalacak. Kabul edelim; CHP’nin “solunu” da kollamasına ihtiyacı yok. O zaten kendi “solunu” çantada keklik sayıyor, şimdiden cepte görüyor. Dolayısıyla sola değil sağa hamle ederek oy devşireceğini hesap ediyor. Sonuç olarak 1970’lerde yüzde 40’lardan 2000’lerde yüzde 30’lara oturmuş olan “sol” seçmen açısından başka bir “güçlü” alternatif olmadığından, geri kalan yüzde 70’ten oy devşirme çabası, CHP’nin kendi içinde de kısmi itirazlara karşın “anlaşılır” ve “uygun” bir strateji olarak görülüyor.

Ana akım siyaset esnafının ilkesiz pragmatizmine bir örnek olan bu hesap doğrudur yanlıştır; bunu CHP “kurmayları” düşünsün. Bizim için soru, CHP’nin, hele hele Gezi direnişi sonrasında, soldan bir basınç karşısında kalmaması, direnişin yarattığı radikal birikim karşısında sola değil de sağa meyletmesinin neye işaret ettiği. Bu bizim için de bir sorun, çünkü solun siyasal etki alanının ne kadar zayıf olduğunun, merkezi siyasal alana tesir etmekten ne kadar uzak bulunduğunun göstergelerinden biri. Bu durumu kabaca tarif etmek gerekirse, Gezi direnişiyle devrimci-radikal solun toplumsal etkisini muazzam ölçüde artmış olsa da paradoksal olarak onun aktüel siyasete müdahale kapasitesinde artış değil, zayıflama söz konusu olduğu söylenebilir.

Ancak daha vahimi de var. İğneyi kendimize batırmaktan imtina etmeyelim. Türkiye sosyalist hareketinin (örgütsel-politik tercih ve yönelimi çok farklı olsa da) önemli bir bölümünün, AKP karşıtı muhalif söylem ve ajitasyonunun ortalama bir CHP’linin algı ve düşünce dünyasından çok da uzak olmadığı açık değil mi? Erdoğan’ı “padişah” diye yerenler, AKP’yi “cumhuriyeti yıkmak” ile itham edenler, AKP’nin muhafazakârlaştırıcı toplum mühendisliği girişimlerini espriyle karışık “laikçi teyzeler haklı çıktı” diye tanımlayanlar, AKP’nin “faşizminden” dem vuranlar hep bizler değil miyiz? Mesele padişahlıksa, şeriat özlemiyse, cumhuriyetin yıkılmasıysa, faşizmse Gezi direnişinde bulunmuş ahalinin seçimlerde sağa da yönelse, cemaate de göz kırpsa, ABD’den medet de umsa CHP dışında ne alternatifi olabilir ki? Durum böyleyse ahalinin sağa doğru da olsa bir “normalleşme” beklentisi içerisinde olması şaşırtıcı mı?

Gerçekçi olalım: AKP karşıtlığına sosyal-sınıfsal bir içerik vermekten uzak duran, AKP iktidarını “saf” siyasal düzeyde bir otoriterizm sorunu olarak gören, neoliberal otoriterizmi ve patriyarkayı değil de “gericiliği”, “faşizmi”, “padişah bozuntusunu” hedef tahtasına oturtan sol, CHP’ye ve onun siyasal tahayyül dünyasına alternatif bir çekim alanı yaratabilir mi ki?“AKP’yi geriletmeyi” tek başına ve kendine yeterli bir talep olarak koyan ve bu anlamda onun taşıyıcısı olduğu neoliberal otoriterizmi değil de esas itibariyle AKP’yi, hatta Erdoğan’ı hedef alan bir popüler ajitasyonun kitlelerde “denize düşen yılana sarılır” halet-i ruhiyesi yaratması şaşırtıcı mı? Sade suya tirit bir AKP karşıtlığının, yani sınıfsal-sosyal bir muhtevası olmayan bir AKP karşıtı muhalefetin solu değil de AKP karşıtı ana akım siyasal oluşumu güçlendirmesi doğal değil mi? Solun (elbette gücü oranında) yaratılmasına katkıda bulunduğu bu düşünsel-politik iklim neticesinde kırk yıllık solcu arkadaşlarımızın dahi Sarıgül’e oy vermekten dem vurduğunu görmüyor muyuz?

Bir kez hedef, güç ilişkilerinde ezilenler lehine bir kaymaya yol açmak değil de basitçe AKP’yi geriletmek olarak konulunca, yakın gelecekte onu gerçekten geriletebilecek tek güç olan CHP, yegâne seçenek olarak da belirmiş oluyor. Bunun gerisi, CHP’nin sağa mı sola mı “yattığı”, ancak seçimlerden sonra konuşulacak mesele olarak görülüyor. Üstelik geçtiğimiz yirmi yılda birleşik bir sosyalist alternatif inşa etme becerisinin gösterilememesi, bu yolda atılmış adımların hoyratça harcanması, akamete uğramasının yarattığı siyasal ve örgütsel süreksizlik de siyasal düzeyde solun bir alternatif olabilme yeteneğini köreltmiş durumda. Böyle olunca da daha birkaç ay önce açığa çıkan radikal enerjinin seçimlerde soğurulmasının, ehlileşmesinin önü açılmış oluyor.

Aynı biçimde, son günlerdeki yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna da benzer saiklerle hayırhah bir şekilde bakıyor, neredeyse memleketin cari açığını bulduğu söylenen miktardaki paranın iç edilmesine de “AKP’yi zayıflatacak” diye sevinebiliyoruz. Süreci bir kez AKP’yi yıkmak olarak okuduğumuz için, (itiraf etmesek de) düşmanımızın düşmanı bize dost görünebiliyor. Tepedeki kavgayı izlemek keyif verici olabilir; ancak itiraf edelim solun esamisinin okunmadığı bir siyasal manzarayla karşı karşıyayız.

Dolayısıyla iğneyi kendimize batırmaktan asla çekinmeyelim: “AKP gerilerse” konjonktürün kendi lehine dönüşeceğini pasifçe bekleyip yeni bir konjonktürü aktif olarak örgütlemeye soyunmayan, salt üstyapısal analizlerle sınıf ilişkilerini ve mücadelesini arka plana iten bir yaklaşımla sol, bu seçimin de, gelecek Türkiye’nin de kazananı olmayacak. Üstelik ciddi biçimde endişe edilmeli ki, Gezi’de somut geçiş talepleri etrafında siyasallaştıramadığımız iklim, “ne olursa olsun AKP karşıtlığı” stratejisiyle birleşince, aşağıdan yapamadığımız basınç, aşağıya doğru yeni bir baskı/basınç dalgasının başlangıcı olacak.