Gündem yüklü. Festival, içtenci Fransız sinemasının özgün bir örneği olan; bireysel bunalımları varoluşçu sorular eşliğinde, incelikli toplumsal fırça vuruşlarıyla derinleştiren; biçimiyle yarı müzikal, duyarlı içeriğiyle de alabildiğine gerçekçi olmayı başaran “Bir Gün Gitmek” (Partir un jour) ile daha başlamadan önce, çok renkli, yoğun bir ilk gün yaşandı.

Ukrayna savaşı, resmi seçkiler dışında, üç belgeselden oluşan özel bir program çerçevesinde ekranlara geliyordu. Rus sinemasını, barış inşa edilene kadar boykot ederek seçkilerine dahil etmeyen festival, böylece, saldırıya uğrayan Ukrayna’ya verdiği desteği bir kez daha simgesel düzeyde vurgulamış olmaktaydı.

Bu arada, yakın tarihi sorgulamayı sürdüren Ukraynalı yönetmen Sergei Loznitsa’nın, 2. Dünya Savaşı öncesi dönemde yaşanan adaletsizlikleri sergilediği “İki Savcı” ile “Altın Palmiye”ye ilk kez aday olduğunu da hatırlatalım.

Ünlü oyuncu Şerif Sezer ölümden döndü
Ünlü oyuncu Şerif Sezer ölümden döndü
İçeriği Görüntüle

Salı günü sabahın ilk saatlerinden itibaren, öncelikle basına açık olan bu gösterilerde sunulan belgesellerden biri, Fransız filozof Bernard-Henry Lévy’nin, Ukrayna topraklarındaki savaşın farklı cephelerinde, Marc Roussel ile birlikte çektiği görüntülerden oluşan 78 dakikalık “Savaşımız” (Notre guerre) adlı filmdi. Cepheye yakın bölgelerde yaşayan Ukrayna halkının günlük yaşamını da gözler önüne seren bu belgeselde, Başkan Zelenski ile Beyaz Saray’a gitmesinden önce yapılan bir söyleşi de yer almakta. 1990’larda gerçekleştirdiği, Bosna savaşına ilişkin duyarlı ve çarpıcı belgesel filmiyle de anımsanan B.-H. Lévy, böylece, toplamda dört bölümden oluşan geniş kapsamlı Ukrayna savaşı belgeselini de tamamlamış olmakta.

GERARD DEPARDİEU, BRİGİTTE BARDOT VE GÜNCEL KONULAR...

Festivalin sanat yönetmeni (Genel Delegesi) Thierry Frémaux’nun, jüriden önce yaptığı basın toplantısında da birçok güncel konu gündeme geliyor. Gérard Depardieu’nün cinsel taciz suçlamasıyla yargılandığı davanın ilk kararından birkaç saat önce, bu konuyla ilgili bir soruyu, temkinli bir yanıtla “cezasını çekmeyi bitiren bir kişinin süresiz cezalı olamayacağını” hatırlatarak açık kapı bırakıyor. Salı günü öğlen saatlerinde, ünlü Fransız oyuncunun, savcının isteği doğrultusunda 18 ay hapis cezasına çarptırıldığı ve bu cezanın ertelendiği kararı çıkıyor. Hükmü dinlemeye gelmeyen Depardieu’nün avukatı, kararı bir üst mahkemeye taşıyacaklarını bildiriyor.

SİNEMA POLİTİKASI

Brigitte Bardot (1934) da pazartesi akşamı Fransız haber kanalı BFM TV’ye, tam 11 yıl süren medya sessizliğinden sonra vermeyi kabul ettiği ilk röportajda, Cannes Festivali’ni sert bir dille eleştirerek sinemanın izleyicisini artık düşler dünyasına götüremediğinden yakınıyor. Frémaux kibarca, “sinema yaşamına 50 yıl önce kendi isteğiyle son veren, ancak döneminde sinemanın yenilikçi atılımlarına katkıda bulunmuş olan Brigitte Bardot’un nostaljik olmasını çok doğal karşıladığını” söyleyerek polemiğe girmekten kaçınıyor.

Uluslararası büyük bir festivali yönetmek, kuşkusuz aşırı diplomasiyi de kaçınılmaz kılmakta.

Brigitte Bardot’nun böyle bir kaygısı yok. Portekiz’de, Fanny Ardant ile yeni bir film çekmekte olan Gérard Depardieu’yü, açıkça savunmaktan hiç çekinmiyor. Yeni feministlere neden karşı olduğu sorusunu, “Çünkü erkekleri seviyorum” diye yanıtladıktan sonra, “Feministler de erkekleri seviyor olamazlar mı?” diyen gazeteciyi, sert bir dille “Hayır!” diyerek tersliyor.

YAPAY ZEKÂ

Donald Trump yönetiminin sinema politikası, platform filmlerinin Cannes Festivali’de yarışmaya kabul edilip edilemeyeceği, yapay zekânın yedinci sanat üzerindeki etkileri, “Me Too” hareketin uzantıları gibi birçok güncel konu daha Cannes gündeminden düşmüyor. Başta Juliette Binoche ve Robert de Niro, sözü yankı uyandıracak tanınmış isimler, daha ilk gün bu tür sorularla karşı karşıya kalıyorlar. Jüri basın toplantısından sonra yapılan görkemli ve anlamlı açılış törenindeki konuşmaları da sinema ile siyasetin Cannes’da bir bütününün iç içe geçmiş parçaları olduğunu bir kez daha anımsatıyor. Kaldı ki bugün dile getirilen kaygılar daha yoğun, alınan tavırlar daha sert, söylemler daha köktenci.

Törenin sunucusu, 12 yıl boyunca “Comédie Française” tiyatrosu kadrosunda yer alan aktör Laurent Lafitte, hem profesyonel hem de özel yaşamlarını tehlikeye atmak pahasına, düşünce ve tepkilerini dile getiren, sert tavır alma cesaretini gösteren oyuncu ve yönetmenleri saygıyla anıyor.

Jüri başkanı, Oscar’lı, César’lı, bol ödüllü usta oyuncu Juliette Binoche, Gazze savaşının dehşetine, festivali doğrudan sarsan acı bir örnek eşliğinde dikkat çekiyor: “Bugün Cannes ekranlarında izlemeye hazırlandığımız bir filmin mimarı ve başkarakteri olan, Gazze savaşının sivil tanığı ve belgeleyicisi Fatima Hassouna’nın, burada, aramızda olacağını umuyorduk. Bire bir yaşadığı savaş gerçeğini görüntüleyen, barış umuduyla yanıp tutuşan, 25 yaşındaki bu güler yüzlü genç kadın, 16 Nisan günü, İsrail ordusunun attığı bir bombayla yerle bir olan evinde ailesiyle birlikte öldürülüyordu. Yalnız annesi hayatta kalabilmişti.”

Ayakta uzun uzun alkışlanan Robert de Niro ise “Altın Palmiye Onur Ödülü”nü Leonardo Di Caprio’un ellerinden alırken her fırsatta sert bir dille eleştirmekten kaçınmadığı Donald Trump’a karşı, demokrasi seferberliği başlatmanın aciliyetini vurguluyordu. cumhuriyet