Meclis güçleniyor ve kanunları hükümet değil milletvekilleri teklif edecek artık deniyor. Bu meclisin güçlendiği anlamına gelir mi?
Şimdi resmin tamamına bakmakta yarar var. Sadece bir noktadan yaklaştığımız zaman büyük resmi göremeyebiliriz. Evet, yürütme artık tek kişiye indirildiği için Bakanlar Kurulu’nun kanun tasarısı şeklinde bir öneri getirebilmesi mümkün değil. Ama burada şunu göz ardı etmemek lazım. Meclisin en önemli işlevlerinden biri Bütçe Kanunu çıkarmak. Bütçe teklif etme yetkisi tek başına Cumhurbaşkanlığına tanınıyor.
Peki bu ne anlama geliyor?
Şu anlama geliyor; bütçe üzerindeki ana kalemleri oluşturma yetkisi Cumhurbaşkanına veriliyor. Eğer Meclis bunu onaylamazsa ve bu konuda kanun çıkarmazsa; geçmiş yılın bütçesi uyarlanarak gelecek yılın bütçesi olarak geçerliliğini sürdüreceği öngörülüyor. Meclislerin tarih süreci içerisinde en önemli yetkisi ve parlamentonun mutlak iktidarlara karşı mücadelesinde en önemli araç bütçe üzerindeki yetkiye sahip olması. Bu konudaki yetki çok zayıflatılıyor. Evet yine, parlamenterler kendi aralarında kanun teklif edecekler ama kanun alanı daralıyor. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile en önemli anayasal ilke olan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesi devre dışı bırakılıyor. Bu konuların hepsi birbirini tetikleyen konular.


Kararname yetkisi Cumhurbaşkanlığına veriliyor ama sadece idari düzenlemelerle ilgili olan kısmı. Kişilerin temel hak ve özgürlükleri dokunamıyor deniliyor.
Dediğiniz doğru. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararname çıkaramıyor. Ama onun ötesinde açıkça parlamento tarafından düzenlenmiş olan ya da olmayan ve münhasıran yine yasama organına bırakılmayan konularda Cumhurbaşkanı kararname çıkarabilir deniliyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı, sınırları belirsiz yasama alanında da düzenleme yapabiliyor. Yani yasa gücünde kararname çıkarabiliyor.
Yasa kısmını biraz daha açabilir misiniz? Nasıl yasa çıkaracak?
Yasa çıkarmıyor tabii ki. Bir kararname bu… Tek imza atılıyor, Resmi Gazete’de yayımlanıyor, yürürlüğe giriyor ve bağlayıcılık kazanıyor. Daha önce kanunla düzenlenmeyen konularda yasa gücünde işlem yapabilme yetkisi var. Bu anayasa değişiklikleriyle kendisine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kamu tüzel kişiliği kurma yetkisi tanınıyor. Merkezi idarenin ataması dışında, o merkezi idari yetkileri kullanacakların görev alanını çizebiliyor. Bunların her biri aslında bugünkü hukukumuza göre kanunla düzenlenmesi gereken konular. Dolayısıyla burada yasama yetkisinin genelliği, asliliği, devredilmezliği ilkeleri de bu kararnameler yoluyla zayıflatılıyor. Bu ilkelerin uygulama kabiliyeti de azalıyor.


Meclis ve AYM’nin de denetiminde olacak bu kararnameler deniyor. Bu yoruma ne diyorsunuz?
Cumhurbaşkanının kararname çıkarabilmesi için, yasama organının herhangi bir ön izni gerekmiyor. Çıkardıktan sonra da parlamentonun bu konuda herhangi bir denetim yetkisi yok. Parlamento bu konularda kendisi de bir kanun koyabilir ama bu seferde Cumhurbaşkanı'nın veto yetkisi devreye giriyor. Cumhurbaşkanı eğer bir kanunu veto ederse parlamentoda üye sayısının salt çoğunluğuna ulaşılması gerekiyor. 301 milletvekilinin bu vetoyu kırması için yeniden o yasaya oy vermesi gerekiyor. Anayasa Mahkemesi nasıl denetleyecek peki? O da kağıt üzerinde kalmaya mahkum görünüyor. Çünkü AYM'nin 15 üyesinin 12'sini doğrudan Cumhurbaşkanı atıyor. Dolayısıyla kendi atadığı yargıçlar eliyle, kendi yaptığı kararnamelerin yasamayla olan sınırlarını belirlemek konusunda ne kadar işlevsel olacağını da sormak gerekir.
Partili cumhurbaşkanlığı konusuna gelelim. Tıpkı şu an ki başbakan gibi, Cumhurbaşkanı da 'Tüm milletin Cumhurbaşkanı olacaktır' deniliyor. Bu anayasa değişikliğiyle bunun garantisi veriliyor mu?
Tarafsızlığı sağlamak daha önceki parlamenter rejimde Cumhurbaşkanı için de bir sıkıntı yaratıyordu. Tarafsızlığı üzerine yemin etme,  onu yetkisiz kılma gibi düzenlemeler yapılıyordu. Böylece, Cumhurbaşkanının ülkenin birliğini ve bütünlüğünü temsil etmesi mümkün olabiliyordu. Ancak şimdi siyasi partisiyle ilişkisi kesilir ilkesi kaldırılıyor. Bir taraftan partili cumhurbaşkanı olmasına olanak tanınıyor, diğer taraftan tarafsız kalmak için yemin ediyor. Bütün yürütmeye hakim olan, yasamayı da vesayeti altına alabilecek yetkilerle donatılan bir kişinin, bütün ülkenin birliğini bütünlüğünü temsil etmesinin pek kolay olmadığını söyleyebiliriz.


Cumhurbaşkanı aynı zamanda üst düzey kamu görevlilerini de atayabiliyor. Böylece bürokratik engeller aşılmış oluyor deniliyor. Bu yoruma ne diyeceksiniz?
Burada esas önemli olan şey kuvvetler ayrılığı ilkesi. Demokratik bir Cumhuriyet olabilmek için en değerli ilke, kuvvetler ayrılığıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi farklı devlet organlarının farklı görevleri yerine getirmesini öngörür. Amerikan Başkanı da üst düzey bürokratları atayabiliyor ancak senatonun üçte ikisinin onayını alması gerekiyor. Biz de öyle bir onay süreci yok. İkincisi bu atadıkları bürokratların görev alanlarını belirleyecek kararname çıkarma yetkisi de Cumhurbaşkanı’na tanınıyor. Yani onların görev alanlarını, onların yetkilerini belirleyecek de yine tek kişi. Halbuki Başkanlık rejiminde yine paylaşılmış kuvvetlerin gereği olarak senatonun onayıyla atanan üst düzey bürokratların görev alanlarını belirleyen kongrenin çıkardığı yasalardır.
Bu kuvvetler ayrılığı kısmını biraz daha açabilir miyiz?
Şimdiye kadar konuştuğumuz bütün maddeler burada yürütmenin güçlendirildiğini bize gösteriyor. Ama bir şey daha söylenebilir, Cumhurbaşkanı’na verilen yetkilerden biri de parlamentoyu fesih yetkisi. Demokratik hiçbir Başkanlık Sistemi’nde Başkan’a parlamentoyu feshetme yetkisi tanınmıyor. Şimdi baktığınız zaman deniliyor ki, Cumhurbaşkanı meclisi feshederse kendi seçimi de yenilenir ama dengede değil. Yani o kuvvetler arasındaki dengeyi sağlayacak olan Anayasa’nın başlangıcında da kuvvetlerin iş birliği ilkesiyle öngörüldüğünü söyleyebiliriz. Çünkü Cumhurbaşkanı tek bir imza ile parlamentonun varlığına son verebilecek, kendi görüşleriyle örtüşmeyen bir çoğunluk ortaya çıkarsa o çoğunluğu ortadan kaldıracak şekilde yeni seçimlerin yapılmasını sağlayabilecek, ama meclis Cumhurbaşkanı’nın görevden alınması için 360 milletvekilinin imzasına ihtiyaç duyacak. Bu da çok dengeli, kuvvetlerin birbirini kontrol etmesini sağlayacak bir mekanizma oluşturmuyor.


Sorumlu bir Cumhurbaşkanı olacak deniliyor. Normalde Cumhurbaşkanı’nın suç ve cezalarda herhangi bir sorumluluğu yoktu, şimdi var deniliyor. Bu maddeyle alakalı olarak ne söyleyeceksiniz?
Şu an zaten Cumhurbaşkanı’nın göreviyle ilgili suç işleyebilmesi mümkün değil çünkü bunu sağlayabilecek yetkisi görünmüyor anayasada. Ama şimdi baktığımız zaman Cumhurbaşkanı’nın her türlü yürütme yetkisinin kullanılmasından doğan hem siyasi hem cezai sorumluluğunun ortaya çıkması gerekir. Cumhurbaşkanı’nın Yüce Divan’da yargılanabilmesi için yine meclisin üçte ikisi gibi bir çoğunluk aranıyor. Yani 400 milletvekilini bulabilmek neredeyse imkansız. Böyle bir olasılık çıktığı zaman da fesih yetkisiyle o parlamentonun varlığına son verebilme yetkisine sahip Cumhurbaşkanı.
HSYK'nın yapısında da düzenlemeler var. Üye sayısı 22'den 13'e düşürülecek. 4'ünü Cumhurbaşkanı seçiyor. 7 üye de ilk kez meclis tarafından atanacak. Burada meclise yetki verildiği yorumlanıyor. Bununla ilgili ne diyeceksiniz?
Parlamento içerisinde başkanın hakim olduğu partinin adaylarının HSYK üyesi olması sağlanıyor. Yargı bağımsız, tarafsız deseniz de; fiiliyatta onun güvencesini oluşturacak kurulun bunu sağlayacak bir bileşime sahip olmadığı gibi bir sonuç çıkıyor. Partili Cumhurbaşkanı'na bağlı olarak partili HSYK çıkacak, çünkü seçiminde kendisi ve kendisiyle aynı partinin belirleyici olduğu bir HSYK çıkacak karşımıza. Avrupa ülkelerine baktığımızda, meclislerin de seçmesi belirli sayıda öngörülebilir. Ancak onların seçtikleri yargı üyeleri dışındaki HSYK üyeleri oluyor. Yani yargıç olmayanlar arasından seçiyorlar ve uzlaşmayı sağlayacak çoğunluklarla o üyelerin seçilmesi sağlanıyor. Biz de bundan tamamen uzak bir değişiklik teklifi var.