CHP Genel Başkanı Özgür Özel bir grup gazeteciyle yaptığı görüşmede gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Özel, normalleşmenin süreceğini, bu yaklaşımın geniş seçmen kitleleriyle iletişim kurmayı hedeflediğini söyledi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, uygulamaya başladıkları normalleşmenin süreceğini, bu yaklaşımın geniş seçmen kitleleriyle iletişim kurmayı hedeflediğini söyledi. Özel, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ndeki bir konsere atfen getirilen iddialara ilişkin, “Bilgi aldım, ifade edilen rakam tek bir faaliyet ve sanatçı için değil, birçok şey var içinde. Biz 417 belediyemizi bu faaliyetleri ortaklaşa tek elden, daha uygun fiyatlara yürütebilmesi için hazırlık yapıyoruz. AKP’li Kocaeli Büyükşehir Belediyesi 189 milyonluk benzer bir ihale yapmış. Bu konuyu tasarruf genelgesine koymamaları da dikkat çekiyor” dedi. Başka siyasi aktör ve liderlerin yaklaşımlarına göre değil, özgüvenle siyaset yaptklarını dile getirdi. Özel, Ahmet Türk’e destek için gittiği Mardin’de DEM lideri Tuncer Bakırhan’ın sözleri nedeniyle kendilerinin eleştrilmesine karşı çıktı. Özel, “O otobüs cumhuriyetle hesaplaşma otobüsü değil. Bakırhan yanlış yapmış” dedi.

Özel dün akşam Ankara’da bir grup gazeteci ile bir araya geldi, değerlendirmeler yaptı, soruları yanıtladı. Özgür Özel’in değerlendirmelerinden öne çıkanlar şöyle:

NORMALLEŞME

''Sosyal medya üzerinden olur olmaz eleştiriler, iddialar olduğu için algıyla olgu yer değiştirmiş durumda. Normalleşmenin isim babası benim. Aslında o sürece Sayın Erdoğan da bir isim takmaya çalışıyor ‘yumuşama’ diye. Ama toplumsal kabul normalleşmede karşılık buldu ve Erdoğan artık yumuşama demeyi bıraktı. Arada da bahsederse normalleşme diye bahsediyor. Şimdi esas mesele şu. İsim babası şöyle benim... Ben 31 Aralık günü bizden daha az oyu, milletvekili olan bütün liderleri aramıştım. Ama Erdoğan beni genel başkan seçilmemden sonra aramamıştı. Onun için de kendisini aramamıştım ve Abdullah Güler’i o aramıştım. Çünkü o aramıştı beni kutlamak için. AKP’lilerin yeni yılını senin üzerinden kutlarım diye söylemiştim. ‘Genel başkanınızı arayamıyorum. Çünkü o da beni kutlamak için aramadı’ demiştim. Ama 31 Mart akşamı CHP 47 yıl sonra birinci parti olunca ben dedim ki artık bana düşer. Nisan ayının ikinci haftasından başındaki bayramda Erdoğan dahil bütün liderleri aradım. 23 Nisan’da yanılmıyorsam Anıtkabir’de karşılaştık. Telefon görüşmesinde de konuşmuştuk. ‘Ben sizi ziyarete geleceğim’ diye söylemiştim. Mayıs ayında ben onu ziyarete gittim. Haziran ayında da Erdoğan beni ziyarete geldi. Bu süreç için de bana sorulduğunda da‘Ne yapıyorsunuz?’ diye ‘Ya bir şey yapmıyoruz. Normali bu. Normalleşiyoruz’ dedim. Ülkenin birinci partisiyle ikinci partisi ya da ana muhalefet partisiyle yürütmenin başındaki bir kişi el sıkışır. Arada bir ihtiyaç görürse görüşür.

Bunun dışında normalleşme meselesinde bazen işte şöyle söylüyorlar: ‘Efendim yumuşak muhalefet mi yapıyorsunuz?’ Eskiden yerel seçim geçerdi. Yerel seçimden sonra iki buçuk yıl kimse miting yapmazdı. Ben yerel seçimden sonra 9 tanesi tematik toplam 13 tane miting yapmışım. Yine yerel seçimden sonra örneğin tarımla ilgili, emeklilerle ilgili, asgari ücretle ilgili kampanyalar yapmışız. Şimdi de çok etkili bir iki aylık yine ekonomik bir kampanyayı başlatmak üzereyiz. Ben hangi sözü eksik söylemişim? Hangi adımı geri atmışım? Bu iktidarı yaptıklarının hangisinin karşısında geri çekilmişiz? Öyle bir şey yok.

Normalleşme lafına sosyal medyada, orada, burada çeşitli anlamlar yüklüyorlar. Yalan dolan. İstismar ediyorlar. Eksik yaptığım bir tek şey var. Ben Erdoğan’a ya da Sayın Bahçeli’e hakaret, iftira ya da sokak kavgasında söylenmeyecek sözleri söyleyip; bu milletin siyaset kurumuna güvenini sarsacak, siyasetin itibarınızı edilecek işler yapmaktan kaçıyorum. Bunu oldum olası doğru bulmam zaten. Eleştiri başka bir şeydir mesela. Bunu kullanılsın diye söylemiyorum. Örnek, meramımı anlatmak için... Mesela bugün Süleyman Soylu’ya siyasi bukalemun demek, hem içinde espri de olan hem de bu bir hakaret değil. Ama şerefsiz demek hakaret. Süleyman Soylu, önüne gelene şerefsiz, ahlaksız, namussuz... Ben mesela bu tip şeyleri yapmam. Ama Erdoğan’a en ağır eleştirileri söylerim ve burada hiçbir şeyi eksik yaptığımızı düşünmüyorum ben. O yüzden normalleşme bitti mi meselesine bitmedi, devam ediyor diyorum. Yarın yine karşılaştığımızda, bir şehit cenazesinde, düşünün bir ülkenin bir acıda ortaklaştığı en üst noktadır şehit cenazesi... Ben bütün liderlerin elini sıkıyorum. Erdoğan’ın elini sıkmaya devam edeceğim mesela. Gelecek bayramda yine Erdoğan’ı ararım, burada bir sorun yok. Ama normalleşmeyi şöyle pazarlamaya veya nitelendirmeye çalışıyorlar... Sanki bir koalisyon arayışı... Birlikte koalisyon kurmak, birlikte ittifak yapmak, birlikte Anayasa değiştirmek. Bunların hiçbirisi yok. Çünkü ben Erdoğan hükümetinin 22 yıllık yükünü sırtıma alma niyetinde değilim. Neden ittifak kurayım yani? Biz Türkiye İttifakı’nı kurduk. Neden onunla koalisyon kurayım? Mümkünse tek başımıza, olmazsa da başka muhalefet partileriyle koalisyon halinde biz Türkiye’yi yönetmeye talibiz. Koalisyon ortağı olduğun zaman artık eleştiremezsin de aynı doğruları savunacaksın. Böyle bir şey olmaz yani. Çok net.

Ama normalleşmenin bir başka tarafı var. Normalleşme, popülist liderlere rağmen onları aşarak; kitleyle konuşmak aynı zamanda. Bu sürecek. Yani Erdoğan’a rağmen AKP’lilerle konuşabilmek. Bahçeli’ye rağmen MHP’lilere seslenebilmek. Değerli Murat Sabuncu’nun eşi mesela kutuplaşmanın toplum üzerindeki etkilerini çalışıyor. Ben onu çok yakından takip ediyorum. Mülakat da yapıyorum kendisiyle. Kutuplaşma çalışan akademisyenleri de arıyorum, görüşüyorum falan. Ben kutuplaşmayı hem sahada gördüklerim hem akademik çalışmalarla çok muhalefet aleyhine bir durum olarak görüyorum. İktidarla muhalefetin birbirine hakaret ettiği büyük kavgaların çıktığı noktada anne ile babanın kavga edip de çocuklarının kulağını kapatıp ‘İkinizi de duymak istemiyorum’ diye haykırdıkları bir durum yaşanıyor. Ona benzer bir durum yaşanıyor. Seçmenin herkese kulağını kapaması muhalefetin lehine değil. Ben mesela üzüm, fındık, fıstık, çay fiyatını eleştireceğim. Seçmen kulağını kapacak. Ben ÖTV’siz KDV’siz mazot diyeceğim, seçmen kulağını kapacak.

Meteoroloji Sarı Alarm Verdi! 5 Bölgede Sağanak Meteoroloji Sarı Alarm Verdi! 5 Bölgede Sağanak

‘Zenginlerin pandemide aldığı kredi garanti fonunu faizlerle adamların hepsi yat, kat bilmem ne uçak sahibi oldu. Yüzde sekizle ödüyorlar. Küçük esnafa 9’la vermişsin, 25’e çıkardın esnaf kefaleti’ diyeceğim. Kulağı kapalı esnaf beni duymayacak. Niye? Gerginlik yüzünden, kutuplaşma yüzünden. O yüzden bu anlamda tansiyonun düşmesi çok faydalı. Normalleşmeye dahil olan bir şey de tematik mitinglerdir. Tematik mitingler, milyonluk ya da 500 binlik, 100 binlik mitinglerin aleyhine ki geçmiş dönemlerde de parti içindeki tartışmalarda Miting yapalım dendiğinde ‘Yapmayalım. Çünkü mitingler karşı tarafı konsolide ediyor. Bir araya getiriyor’ sakınması oluyordu. Evet bir milyonluk miting yaparsan bu değerler üzerinden olabilir. Bir milyon kişiyi değerler üzerinden toplayabilirsin. Bu miting senle aynı değerleri paylaşmayan insanları birbirine kenetler. Hatta mesela Erdoğan’a karşı ayağa kalkma mitingi yapmaya kalkarsan, Erdoğan’ın kaybetmek kaybettiği yeni kaybettiği ve kaybetmek üzere olduğu bütün seçmenleri Erdoğan arkasına toplar. Ama Erdoğan’ın memleketinde çay mitingi yaparsan mitinge gelemese dahi kenardan izleyip, ‘Çaya 25 lira verilmeli’ deyince seni alkışlayanlar olur. Ya da mitinge gelmese dahi kenarından geçen birisi Erdoğan’a karşı bir miting yapıyorken ‘Reisin arkasındayız’ diye bağırırken, çay fiyatı için miting yaptığında ‘Biraz daha bağır Özgür Özel’ içinden. Çünkü işine gelir. Sen mazot fiyatını eleştiriyorsan MHP’li taksi şoför yanından geçerken, ‘Aferim abicim, biraz daha bastırın’ der. Bir duygu köprüsü kurulur. O yüzden tematik mitingler normalleşmenin en can alıcı noktası. Tansiyonu düşürüp o kavgacı, otoriter, popülist liderin kitlesine gerçek sorunlarını söyleyerek onların gönlüne dokunabilmek ve kendini anlatabilmek...

Burada da kesinlikle bir takiye ya da mürayilik ya da olduğundan farklı görünme yok. Zaten benim derdim AKP’li, MHP’li, DEM’li, İYİ Partili ve CHP’li yoksulun. Ben sol partiyim, sosyal demokrat partiyim. Onların yoksulluğunun, işsizliğinin, onların mağdurlarının sesi olup, onlardan oy almaya çalışıyorum. Ben dikine kesen bir kimlik siyaseti ya da değerler üzerinden, kimlikler üzerinden, mezhepler üzerinden, inançlar üzerinden hatta etnisteler üzerinden bir siyasette küçük parça, büyük parça tartışmasına girmek yerine herkesi eline kesen bütün toplumun yoksuluna konuşmak, işsizine konuşmak. Normalleşmenin özü bu, sonuna kadar devam edecek.

ERDOĞAN'IN AÇTIĞI HAKARET DAVASI

Elinizi vicdanınıza koyun. Açın bir şikayet dilekçesine bakın. Hakaret ve iftira dediği ne var? Mesela hakaret davası açtı. İçinde hakaret yok. Ben demişim ki ‘Sayın Erdoğan’ın ortaya koyduğu yaklaşımla bakarsak 10 yıl geriye gidip; 10 yıl önce terör örgütü üyesiyle konuşmak, irtibat kurmak suçsa AKP’de bir tane suçsuz kalmaz, hepsi FETÖ’den içeri girer.’ Çünkü 10 yıl önce Fetullah Gülen cemaatiyle temas kurmayan neredeyse hiçbir AKP’li yoktu. Bütün davetlere, organizasyonlara, olimpiyatlara birlikte gidiyorlardı. Övüyorlardı. Bunu hakaret kabul ediyor. Bir gün önce sen bize söylüyorsun yani bu hakaret değil ki. Sen benim belediye başkanımı bundan görev alıyorsun. Benim hakaretten kastım gerçekten Anayasa Mahkemesi kararlarında hakaret kabul edilen, şimdi tekrarlamak istemedim ama geçmişte liderlerin birbirine çok ağır söylediği sözler, şerefsiz, karaktersiz, cibilliyetsiz, işte mendebur bilmem ne böyle laflara hakaret diyorum ben. ‘10 yıl geriye gidersek siz de 20 milletvekili bulamaz grup kuramazsınız’ lafıma ‘Bu ifadeleri kullanmakla milletvekillerimizi terörist, beni de terör örgütü başı olarak göstermek’ diyor. Şimdi bu hakaret değil.

Ben biliyorum ki Erdoğan’a göre normalleşme CHP’ye yarıyor. Bitirmenin maliyeti var. Bitirme bittittir. Bu yüzden de mesela teğmenlerin kılıç çekmesinde 8 gün sonra tuhaf bir reaksiyon verdi. Bizi 28 Şubat benzeri tepkiler gösterir miyiz umuduyla... Elbette Mustafa Kemal’in askerleri, Tirikopis’in askerleri mi diyecek deyip, 20 yıl öncesine, 25 yıl öncesine değil, 100 yıl öncesine götürdük. Mustafa Kemal’in askeri demek o. Oysa Tirikopis’in askeri diyen, keşke Yunan kazansaydı diyen birileri sizin yakınızda dedik. Ama her mevzuda böyle bir gerginlik yaratma ve bu gerginliğin üzerinden bir kutuplaşmaya katkı sağlamaya çalışan bir mevzu var.

29 Ekim meselesinde Erdoğan’a bir çağrı yapmayı uygun gördüm. Sebebi de şuydu. Siyaset normal seyrinde devam etseydi başka şeyler olabilirdi. Ama büyük bir hamle yaptılar. Dediler ki ‘Abdullah Öcalan’ı çağırın. Abdullah Öcalan’ı çıkaracağız. Meclis’e gelecek konuşacak. Ben de o sırada dedim ki o zaman ilk önce yani ben Abdullah Öcalan’ı çıkartılmasına, Meclis’e gelmesine itirazım var. Ama dedim ki bir el sıkışma vardı. Devlet Bahçeli gitti. Abdullah Öcalan mevzundan önceydi bu. Ben dedim ki madem bir adım atılacaksa bir Ekim günü. Madem el sıkışıldı. Bu el doğru bir eldir. Sıkışılması doğrudur. Çok da bir sürü de siyasi risk aldım yani. Devlet Bahçeli’nin bu manevralarını olumlama gibi anlaşılıyor. Dedim ki bu el sıkışma doğrudur. Zaten normalleşme de budur. Bu eller sıkılmalıdır, havada bırakılmamalıdır. Erdoğan’a da düşen Çankaya Köşkü’nde bir Cumhuriyet resepsiyonu ya da tebligat töreni yapması ve hepimizin oraya gelmesidir. Bu tarihi fırsatı kaçırmayalım. Erdoğan bunu reddettikten sonra benim 29 Ekim törenine Saray’a gitmem doğru olmazdı. Çünkü biz bir çağrı yapıyoruz. ‘Atatürk’ün evinde yap bunu’, ‘Yapmam’ diyor. Eğer böyle bir süreç yaşanmasaydı tebligat törenine katılmayı düşünebilirdim. Ama o Çankayı reddettiği için bugün bu ama şimdi okuduğuma göre doğru mu bilmiyorum. Yani 10 Kasım'da Çankaya’da Bakanlar Kurulu yapıyor. Demek ki bizim bu çağrımızın bir karşılığı var veya o çağrımıza karşılık bizim dediğimizi yapmıyor ama kendi Çankaya Köşkü'ne dair bir şey yapıyor. Bu iş birazcık böyle birbirinin adımlarını bu kadar kolay. Bana 29 Ekim’de saraya gitmek mi düşerdi, Erdoğan’a gel bir adım at bütün partiler. Ben orada DEM’in bile katılacağı bir tebligat töreninden veya bir resepsiyondan bahsediyorum. Çağır hepsi gelsin partilerin. Ben gayret göstereceğim dedim. Ben irili ufaklı bütün partilerin liderleriyle konuşabilen tek liderim. Tek. Başka yok yani. Bayramlaşan da bir tek biziz. Ben hepsiyle de konuşuyorum. Ve ben o törene tam kadro katılmak için çok büyük gayret sarf edecektim. Demokrat Partisi'nden Zafer Partisi'ne DEM’inden Saadet Partisi'ne zaten bence birçoğu kendiliğinden de gelecekti. Ama tereddütü olanı da ‘gelin bu 29 Ekim'i Atatürk'ün evinde hep beraber kutlayalım’ diyecektim. Ondan sonra bence hani sakın üstünüzü almayın. Bence soru Çankaya Köşkü'nde yapmayınca saraya niye gitmediniz değil. Böyle bir teklifi, çağrıyı niye yapmadınız? Bu töreni niye Çankaya Köşkü'nde yapmadınız? diye Erdoğan’a sorulması lazım. Bu tarihi bir fırsat yani. Ben elimi uzatmışım. O havada bıraktı. Bu arada Çankaya Köşkü aslında aslında şöyle bir şey var. Bir de Çankaya Köşkü yürütmenin yeri değildir. Devletin başının yeridir. Bugün 10 Kasım'da verdiği mesaj yürütmeye dair bir mesaj. Bakanlar Kurulu yapıyor. Bakanlar Kurulu'nu her yerde yaparsın da Cumhurbaşkanı olarak tebligat törenini Çankaya Köşkü'nde yaparsın. Yakışanı o. Hatta ve hatta sırf girilip el sıkışılıp gidilen o tebligat töreni için Çankaya Köşkü pek çok açıdan çok daha müsait.''

Cumhuriyet