MEHMET ÖZER: ‘Göz görmez, bilinç görür’
RÖPORTAJ/ Deniz Korcan

‘Ben bildiğimi görürüm’
Goethe



 
 
Belleğimizdir fotoğraflar. Acılar, sevinçler, hatıralar…
Bir bebeği kollarımıza aldığımız andan, bir madencinin sırtına inen tekmeye  kadar hayata sunulan acı-tatlı hatıraların belgesidir.
 
Mehmet Özer, ‘belleğimizi diri tutma mücadelesinin’ militanıdır. Onu bir hak arama mücadelesinde boynunda fotoğraf makinesi ile, iri gövdesine rağmen oradan oraya koşturan, kolluk gücü ile dişe diş göze göz tartışan, çevik ve delikanlı hali ile de görebilirsiniz, genç bir ölünün başında çocuk gibi akan gözyaşları ve ağlarken inip kalkan göğsü ile de. O göğüse başınızı yaslarsınız, susar.
 
Madencilerden, Cumartesi Anneleri’ne, Gezi’den, Yüksel Caddesi’nin direnişçilerinin gülen yüzlerine kadar ‘dünyanın herhangi bir yerinde haksız yere patlayan tokat’ onun vizöründen görünür.
 
Kimi zaman çocuk, kimi zaman ‘ağır bir abi’dir. Ama her daim kadim bir dosttur.
Konur Sokak’taki ofisinde ‘Balkon Bahçesi’ni sularken, çiçeklerin dili ile konuşur fotoğrafları bazen ise işçinin sırtına inen cop ile. Ama hep ezilenlerin dilini konuşur. Taraftır.
Ancak kolay bir iş değildir. Elinde ‘maçatası’ ile yolları aça aça yürümüştür.
 
Kalbini saklamaz, şiire döker. Şiirleri volkan olur patlar, çünkü ‘Bıçak Kemikte’dir. Ancak onca acı görmüş gözleri ise ‘Hala Çocuk’tur.
 
Başardın kalbim...
Büyük bir suç işledin.
Bağışlamanı isteme sakın.
Aldanma ölgün yıldızlara.
Başka bahar bekleme artık.
Yolun sonundasın.
Başardın kalbim...
Güzel bir suç işledin.
Limansız karasulara çık.
Ne sirenlerin ezgili sesi.
Ne bir gemici feneri.
Göğsünde ay fotoğrafları.
Ufkun kalbindesin.
Başardın kalbim...
Şarkılar söyle sulardan.
Şiirler yaz.
Ferhat kıskansın seni.
Kerem seni.
Başardın kalbim...
Yelken aç yeryüzünün kirpiğine.
Dönersen şiirlerle döneceksin.
Dönmezsen şarkılarla gömüleceksin.
Başardın...
Mehmet Özer
 
Fotoğraf ile serüveni, hayata bakışı ve duruşu ile ilgili söyleştik.
İşte Mehmet Özer’in kalemi, fotoğrafı ve hayatımıza sundukları:
 
1.Fotoğrafın bir belge olmasının dışında topluma kattığı şey nedir?
Fotoğraf önce çeken için önemlidir. Çünkü o anı çekmeyi istemiştir. Çünkü o görünüm içinde fotoğrafçının anılarını bilgilerini ve düşlerini tetikleyen bir duygu ya da bir bilgi vardır. Fotoğraflarımız bizim hayatlarımızın tutanaklarıdır. Ve yaşamış olduğumuzun kanıtlarıdır. Önce kendimizden başlayan biriktirme daha sonra o anlara dair görüntülerin başkalarıyla paylaşılması hem fotoğrafçının sözünün kanıtı hem de kendi bilgi ve duygularının diğer kişilerle paylaşılarak çoğalmasıdır. Fotoğraflar toplumsal olanın ve değişmekte olanında belgesi ve değişmenin de özneleridir. Benden başlayarak bizim, giderek toplumun belleğidir. Bizi o ana ilişkin bilgilendirir, duygulandırır, harekete geçirir ve kolektif bir bilgi ve eylemin parçası haline getirir. Artık görümler dünyasının dili bütün yaşam pratiklerimizin belirleyicisi ve vazgeçilmezi olmuştur. Şimdiki zamanın değil, geçmiş zaman ile gelecek arsındaki köprüdür.
Muhalif olanında iktidar olanında kullandığı bir dildir.
 
2. Fotoğraf serüveninizden söz eder misiniz?
Kırk yıldır soluksuz, hiç durmaksızın fotoğraf çekiyorum. Çünkü fotoğraf benim hayatıma bir itiraz dili olarak girmiştir. 12 Eylü’lün karanlık günlerinde, ışıksız, kitapsız, yarınsız dostsuz kaldığımız günlerdi. Bizi var eden ne varsa ellerimizden alınmıştı. Dilimiz elimizden alınmış, lal olmuşuz. Elimiz ayağımız bağlanmıştı. Şiirden el alırsak
“yol yok
Yol yok
Yolu kim açacak
Elbette ki sen
Elinde bir maçatayla”
(Latin Amerika)
Kartacalı Hannibal Barca’nın dediği gibi;
“ya bir yol bulacağız ya da yeni bir yol yapacağız”  
Evet yolu açmak istiyordum ama çaresizdim. Sözümü nasıl söylemeliydim? Nasıl hayır demeliydim?
Eylül karanlıklarında dövüşenler, hayatın, aşkın ve kavganın şiirlerini de yazanlarda vardı. Ben nasıl bir yol bulmalıyım. Bu teslimiyeti, yenilmişlik duygusunu nasıl aşmalıydım? Ölüm bile bir seçenekti. Bütün umudunu yitirmiştim ve artık hiçliğin kapımı çalacağı günleri bekliyordum.
 
Zaman çürümüştü, yapış yapıştı her şey. Umutsuzca eski dergileri karıştırıyordum. Bütün hayatımı değiştiren o şiir çıktı karşıma. Metin Demirtaş çıkıp gelmişti dergilerin arasından. Yürek kapımı çalmış, göğsümün üzerine oturmuştu. Heyecandan can körüğüm savaş davulları gibi çarpıyor. Elimi kolumu koyacak ve oturacak bir yer bulamıyordum. Gün ortasında yeni sabahın ışığıyla aydınlandı yüzüm. Aynalara küsmüştüm, kendime küsmüştüm, şimdi bahçe sevinçleri dolaşıyordu bedenimde.
 
Şair haklıydı ve ben onun dediğini yapacaktım. Buna bütün kalbimle inandım.

UMUTSUZLUK YASAK
 “Kar dalları örttü”
Kavruldu en yamanı çiçeklerin
Kalbim, katlan bunlara
Çünkü kıştır yaşanılan
Amansız, limansız bir kış
Ve sarılmışız dört bir yandan
 
Ama düşün kalbim
Düşün, kavgayla kazanılacak dostları
Direnen, adressiz yaşayan dostları
Fışkıracak ekinleri
İlkyazla karlar altından
 
Ve doludizgin geçerek
Her acıyı bir sevinçle
Yolu yok kalbim
Sağ çıkacağız bu acılardan
 
Çünkü umutsuzluk yasak
Yılgın türküler söylemek de
Çünkü yürüyor umudun ordusu
Umutsuzluğu kurşuna dizerek
Metin Demirtaş
(Hazırol Kalbim,1970-1975)
 
 
Peki yolu nasıl açmalıydım? Benim maçatam neydi?
Onu da kitapların arsında buldum.
“Gerçek, en iyi görüntü, en iyi görüntü en iyi propagandacıdır. İyi bir görüntü binlerce sözcüğün anlattığından çok daha fazlasını anlatır.”
Benim maçatam fotoğraftı. Yolu, yolumu fotoğraf ve şiirle açacaktım. Ben de öyle yaptım. 
 
3. Çok klasikleşmiş tarihi öneme sahip fotoğraflarınız var. Bu gün dönüp o ana baktığınızda neler hissediyorsunuz?
Belleğinizde her fotoğrafın izi var mı?

Çektiğim bütün fotoğrafların belleğimde derin izleri var. Fotoğraflarım görsel metinleridir ömrümüzün. Ne kadar hayat biriktirdiğimi onlar anlatır. Fotoğrafını çektiklerimi, mekanları hatta kullandığım fotoğraf ekipmanlarını bile anımsarım. Fotoğraf, şiir ve müzik beni hayatı değiştiren maçatamdır. Öğrenirim, öğrendiğimi paylaşırım. Bu beni insanlarla eşitler, daha fazla insan olurum. Fotoğraf ve şiir bana başka insanların hayatlarına bakmayı öğretti. Onlara karşı sorumlu olmayı. Onlar için dövüşmeyi öğretti. O kadar çok hayat taşıyorum ki inanamazsınız. Baktığım hayatlar beni değiştirir. Ben de onlarla birlikte değişirim. Birlikte çoğalarak hayatı değiştiririz. Bu yüzden kendimi bütün ağaçlardan, hayvanlardan, topraktan, sudan, insanlardan sorumlu hissediyorum. Fotoğraflarımla onları görünür kılarak onların dili olmaya çalışıyorum.

Zaman zaman fotoğraflarımı üçüncü kişi gibi okurum. Çok etkileniyorum. Bilmem belki sadece ben böyleyim. Gözlerim doluyor, anılar gelip buluyor beni. Yaşadım diyorum, yaşadım ağız dolusu. Bu fotoğraflarda hayatın bana armağanı. Anımsadığım kadarıyla birkaç yıl önceydi. İmge kitabevinde raflara bakıyordum. İki orta yaşlarında erkek kendi aralarında konuşuyor sonrada dönüp ban bakıyorlardı. Görmemezlikten geldim. Tam çıkarken arkamdan seslendiler “af edersiniz siz bizim efsane fotoğrafçımız Mehmet Özer misiniz?” Evet benim fotoğrafçıyım ama efsane değilim” dedim. Siz kimsiniz diye sordum. Ayrıcalıklı bir ses tonuyla “demir çelik işçisiyiz” dediler. Düşünün fotoğrafın bıraktığı izi otuz yıl sonra gelip buluyor seni. Ya da Zonguldak’tan bir madenci arıyor sizi “abi babamın fotoğrafını çekmişsiniz bana gönderir misin?” Bu tür örnekleri sayısız çoğaltabilirim. Diyeceğim şudur ki hem benim hem de fotoğraf öznelerimde derin izleri var fotoğraflarımın.
 
 
3. Dijital teknolojinin gelişmesi ile birlikte fotoğrafçılık hangi boyutu yaşıyor?  Bu bir olumluluk mu, olumsuzluk mu?  
Elbette olumluluktur. Teknoloji yeni soluklar katıyor hayatımıza. Önemli olan teknoloji değil ama. Makinenin ardındaki bilinç. Söz söyleme arzusu. Sorumluluk duygusu. Bunlar yoksa teknoloji sadece kaydeder. Görünümleri görsel bir metine, şiire, müziğe dönüştürecek olan fotoğrafçının hayatı kavrama ve onunla birlikte değişme arzusudur. İyi fotoğraf makineleri iyi fotoğraf çekseydi fotoğrafçıya gerek olmazdı.
 
4. Şiir mi? Fotoğraf mı? Hangisi önce geliyor ve sizi belirliyor?
Amerika sanat eleştirmenleri Levis Hein için “yüzyılın lirik şairi” demişlerdir. Fotoğrafları Amerikan sahillerine yeni bir dünya umuduyla çıkmış göçmenleri. İşçi çocukları, madencileri anlatıyordu. Ama o kadar güçlü fotoğraflar ki fotoğrafa bakınca lirik şiir tadı alıyorsunuz.
İyi bir fotoğrafçı bütün sanat alanlarından beslenmelidir. Şiir, müzik, edebiyat, opera, bale,  ışık, renk, çizgi, resim, heykel bilmelidir. Kendi halk kültüründen beslenmelidir. Bütün bunlardan sonra fotoğrafınız konuşmaya başlar.
 
Benim içinde şiir ve fotoğraf birbirini besleyen, yön verendir.
Bazen bir fotoğrafı şiir gibi, bazen de bir şiiri fotoğraf gibi okurum. Sözle suretin kavuşmasıdır bu. Fotoğraflardan etkilenerek sayısız şiir söyleyebilirim size. Yazılmış romanlar, yapılmış heykel ve resimler, çekilmiş filmler var. Görüntüler evreninde yaşıyoruz artık. İşte tam burada bir sorunla karşılaşıyoruz. Eğer görüntüleri okuma bilinciniz yok ise egemenler sizin için seçiyor görüntüleri. Ve siz seçicilerin sizin için seçtiğini okuyorsun. Edilgen ve yönlendirilen oluyorsun. Gerçeği senden gizliyorlar. Sen Mağaradaki yansımalardan öğrenmeye çalışıyorsun gerçeği. Gerçeğin kendisi değil de yansıması.
Fotoğraf sana diyor ki mağaradan çık, gerçeğe dön yüzünü, ışığa dön.
 
 
 
5. Kalp ve bilinç. Sanatınıza hangisi yön veriyor?
Bizim dilimizde kalp ve bilinci birlikte anlatan bir sözcük vardır. Gönül. Gönül her ikisini de içerir.  
Sevgili üstadımız Neşet Ertaş’ın sözleriyle söylersek.
 
“Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle giden” 
 
“Yol gizli gizli, yol gizli gizli
Gönülden gönüle”
 
Sevgili Mahmut Temizyürek’ten el alarak söyleyeyim “
Bilinç kavramı bulunmadan önce, hemen her dilde bu kavramı vicdan ile, arzu ile, kendilik algısı ile bağlantılandıran sözcükler vardı. İnsanların yaşam deneyimleri ve şiirsel imgelerle dolu zengin birikimini taşımıştır “bilinç” kavramının kökleri. Örneğin Türkçede “gönül” kavramı var. Eskiden beynin işlevinin kalpte olduğu sanılıyordu; bütün duyumların, hislerin merkezi kalpti. Dolayısıyla insanın “kalp gözü”yle gördüğüne inanılırdı, şimdi de birçoğunun inandığı gibi. Şöyle denirdi: Közden yırasa köngülden yeme yırdır (Gözden ıraksa gönülden de ıraktır; çünkü göz gönlün kapısı, penceresidir). Ya da şöyle sorarlardı: Könglüng neteg (Zihin huzurun nasıl?) (Kaşgarlı Mahmut/Dîvânü Lügâti’t Türk)”
 
Ben de görmenin değil bilmenin daha önemli olduğunu savundum. Bu yüzden atölye çalışmalarım akademik bir tez olarak yazıldı. Bir fotoğrafçının size gösterdiği fotoğrafı o fotoğrafçının o konuda ne kadar bildiğini de gösterir. Yani bir fotoğrafçı bildiği kadar çeker, ve bize bildiği kadar gösterir. Bilmek, biriktirmek.
 
Bilgi, deneyim, daha önce yürümüş olanların ayak izlerine basmak, bilim sanatın farkında olmak. Çekeceğin fotoğrafları önceden görmek ve çekmek ancak bilmekle mümkün olur. Ama bilginin içinde yürek yoksa ne işe yarar. Soğuk, uzak, ölü görüntüler. Onları yakın ve sıcak yapan fotoğrafın içinde çarpan bir yüreğin olmasıdır.
 
6. Sizin fotoğraflarınız hem güler hem ağlar. Peki en çok hangisini gördünüz vizörden? Neden?
Elbette güzel günlerimiz de oldu bizim. Ama en çok kederi gördüm. Acı bir yoksulluğu, Eşiklerde korku, yas ölüm gördüm. Halkların, insanların hayatlarına tanık oldum.
“geçmiş zaman kapısıyım
Ölülerimiz bizde uyur geceleri”
 
Ama bilmelisiniz ki bizim anılarımızda geçmiş zaman düşü değil gelecek zaman düşü vardır. Cezaevi kapılarında, fabrikalarda, okullarda, gecekondu mahallelerinde, meydanlarda, bize yarın düşü kurduran direnlerin de tanığıyım. Onların yanında, safında, sıra neferiyim.
 
7. Belgesel fotoğrafın hayattaki misyonundan bahseder misiniz?
Başka alanlarda olduğu gibi fotoğrafta da yabancılaşma fotoğrafı kategorilere ayırmakla başlamaktadır. İyi bir fotoğrafçının kendi parmak izi gibi kullandığı bir dili vardır. Ama bu dilinin gücü, özgüllüğü fotoğrafın diğer alanlarının dilini tekniğini çalışma yöntemini ne kadar bildiğine bağlıdır.
 
Bir toplumcu belgeselci fotoğrafçı (sosyalist gerçekçi) kendi alanın dili tekniği kadar diğer alanları da bilmek zorundadır. Örneğin Dersim Katliamını çalışıyorsanız katliam mekânlarını çekmek için doğa fotoğrafçılığı bilmeniz gerekir, Cumartesi anneleri ya da kadınları çalışıyorsanız portre fotoğrafını bilmelisiniz.
 
Fotoğraf hangi amaçla ya da hangi tarzda çekilirse çekilsin öncelikle çekildiği ana ilişkin o öznenin belgesidir. Görünümler dünyasına yaklaşma biçimimiz bizim fotoğraftaki dilimizi de belirler. Çalışma konularının belirlenmesi fotoğrafçının toplumsal sorunları algılama biçimi ve sorumluluk duygusu belirleyecektir.
 
Belgesel fotoğrafçı yarına bugünün belgelerini bırakıyor. Fotoğrafları açık anlaşılır temiz olmalıdır. Çünkü fotoğraf anılar kapısıdır, yarın bugünlere bakma olanağı verecek olan fotoğrafın araladığı kapılardan başlayacağız yolculuğa. Hayata kendimize oradan bakacağız.
 
8. Bize öğrencilerinizden bahseder misiniz? Onlarla pek çok proje yaptınız foto röportajlar gerçekleştirdiniz. Cumartesi Anneleri, Gezi Direnişi, Surdibi Düşleri, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği. Bu projeler nasıl oluştu?  
 2006 yılından buyana “Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğrafçılar Atölyesi” sürdürücüsüyüm. Benim öğrencim olmak biraz yorucu. Öncelikle çalıştığımız konular açısından yaşadıkları sorunlar oluyor. Eğer çalıştığınız alan sizde bir değişme yapmıyorsa siz de başkalarını değiştiremezsiniz. Bir değişme ve değiştirme üzerine kuruludur çalışmalar. Bu yüzden her atölye öğrencisi sanatın genel alanına, fotoğrafa ve çalışılacak olan alana ilişkin bilgilenmeli, biriktirmelidir. Giderek çalışacağı alanın bir öznesine dönüşmelidir. Atölye arkadaşlarımla birlikte birçok fotoğrafçının yapmaya çekindiği alanlarda çalıştık. Belgesel fotoğrafta yeni bir iddiamız var. Göz görmez bilinç görür. Çalışmalarımızı belirleyen bakış açımız budur.
Projeler öncelikle toplumun genelini ilgilendiren bir sorunu olarak belirlemekle başlıyor. Size en son yaptığımız çalışmayı anlatayım. “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddet” çalışması için öncelikle bu alana ilişkin ne kadar bilgi ve belge fotoğraf varsa bir yıl boyunca bu bilgiyi hayatlarına çağırırlar. Buna şiir, müzik, film de dâhildir. İkinci bilgilenme ise bu alanda çalışmış akademisyenlerin sunumlarından oluşuyor.
 
Üçüncü bilgilenme ise proje ortağı kurumların kendi alan deneyimleri ve bilgilerin aktarıldığı sunumlar oluyor. Çekim aşamasında (ki bu ikinci yıl oluyor) doğrudan alana çıkmak değil proje ortağı kurumların belirlediği alanlara onlarla birlikte çıkılarak fotoğraflar çekiliyor. Üçüncü aşama ise çekilen fotoğrafların, yapılan röportajların ve bilgilerin düzenlenmesi. Dördüncü aşaması ise sunum, sergi ve kitap çalışmasıdır. Daha uzun süren çalışmalarımız da vardır. Aslında çalışma bittiğinde bitmiş olmuyor her bir fotoğrafçı için yeniden başlamış oluyor.
 
Mehmet hocam konuşmayı toparlarsak eğer neler söylemek istersiniz?
Örneğin etkilendiğiniz, Şu fotoğrafçı ya da şu şair gibi olmak isterim dediğiniz fotoğrafçılar şairleler var mı?
 
İlk fotoğrafın çekildiği 1826 tarihinden bu yana fotoğraf konusunda çok şey söylendi ve daha da söylenecek. Çünkü tanık olduğumuz, tarafı olduğumuz hayatlar devam ediyor. Çünkü parçası olduğumuz yeryüzünü yaşanacak bir dünya haline getirme şansımız hala var. Fotoğrafçı, fotoğrafın hangi alanı ile ilgileniyorsa ilgilensin, fotoğraflarında parmak izleri vardır. Dünyamızı algıma biçimimiz, hayat karşısındaki duruşumuz bizim fotoğraf tarzımıza, fotoğraflarımıza da yansır. Ama temel ve ortak bir duygu vardır ki o da objektifimizi neye çeviriyorsak ondan sorumlu olduğumuzdur.
 
Bu sorumluluk duygusu deklanşöre bastığımız anda başlayacak ve soludukça sürecektir. Fotoğrafçıların tutumları, onların bir görünümü görüntüye dönüştürme sürecini ve bunu paylaşma yöntemlerini de belirleyecektir.
 
Neden fotoğraf çektiğimizden başlayarak, nasıl paylaşacağımıza kadar olan süreçte fotoğrafçıların tarzını da belirleyecektir. Soruların yanıtları için öncelikle bizden önce iz kıranların izini sürmek, onlardan öğrenmek gerekiyordu.
 
Bu tarihsel yolculukta her fotoğrafın süreceği bir iz vardır ve elbette ki biz de kendi öykümüzü yazarken, Paul Strand, Jacob Riis, Lewis Hine’ın, madenlerde çalıştırılan çocuk işçilerinin, Amerika sahillerine yeni bir dünya umuduyla çıkan göçmenlerin “yenidünyayı”,  yoksul omuzlarında amansız bir sömürüye maruz kalarak nasıl yarattıklarını unutmayacağız.
 
Fotoğrafa sosyal bir amaç yükleyen İskoç fotoğrafçı William Carrick, foto muhabirliğinin temellerini atan Alman fotoğrafçı Karl Bull, 1891-1892 yıllarında Volga boylarındaki açlığın, sefaletin fotoğraflarını çeken, belgesel fotoğrafçılığın ilk isimlerinden Maxim Dimitriyev bilgi ve fotoğrafları ile tarihsel bilincimizin önemli kilometre taşları olacaktır.
 
Fotoğrafın sınıflar mücadelesindeki önemli işlevini Ekim Devrimi fotoğrafçıları, Alexandre Dorn, Petr Nowichiy, Alex Saweljiev’den öğrenmeyi sürdürecek, birikimlerini tarihsel bir miras olarak bilgi hanemize kaydedeceğiz. Magnum fotoğrafçıları, Robert Capa, Henri Cartier Bresson, Tına Modetti,  Mary Ellen Mark, Sebastian Salgodo, James Nachtwey, Sprio Meletzis, Armin Wegner , Fikret Otyam, İbrahim Demirel, başta olmak üzere yüzlerce cesur fotoğrafçı dünyamızın kaydını tutarak bize geçmişimize bakmamızın olanaklarını sunuyor ve bizlere gelecek düşü kurduruyor.  Sınıflar mücadelesinin, fotoğrafın dili ve olanaklarıyla birlikte toplumcu belgeselci fotoğrafçıların çalışma biçimleri de şekilleniyor.
 
Şairler saymakla bitmez. Herkes gibi ben de Nazım mektebinden geçenlerdenim. Ama şuramda bir sızı var o da Enver Gökçedir. Şiirimde Emirhan Oğuz’un derin izleri vardır. Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Adnan Yücel, Karacaoğlan ve Xantos halkının mirası vardır. Ama kimi örnek alıyorsun diye sorarsan Nikola Vaptsarov gibi olmak isterdim. Ama her su kendi yatağında akıyor onu da öğrendim.
 
 
 
(Maçata, ormanda yol alanların, yol açmasına yarayan küçük orak)

MEHMET ÖZER KİMDİR?
 
02.06.1961 yılında Yusufeli-Artvin'de doğdu.
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi mezunu.
Sendikalarda Eğitim Uzmanlığı ve Basın Danışmanlığı yaptı.
Mülkiyeliler Birliğinde işçi olarak çalışıyor.
1983 yılında fotoğrafçılığa yöneldi ve fotoğrafı sokakta öğrendi.
Sergileri salonlarda, sokaklarda, üniversitelerde, varoşlarda, cezaevlerinde, fabrikalarda sergiler açtı. Sergileri yurtdışına taşındı.
Hayatın şarkılarını söylüyor, şiirlerini okuyor.
Fotoğraf ve şiir yaşamı savunmanın ve yeniden üretmenin en etkili aracı.
Tüm insanlıkla kullandığı ortak dil.
"Yaşamın dipnotudur öyküm, öyküm bundan ibaret".
 
AFSAD Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi  Eğitmeni
Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğrafçılar Atölyesi Kurucu ve Eğitmeni
AFSAD 7. FOTOGRAF SEMPOZYUMU 'Belgesel Fotoğraf Buluşmasını örgütledi
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Makine Mühendisleri Odası Ankara Şubesi
TED Mimarlık Fakültesi Fotoğraf Temel Eğitimi Eğitmeni.
Atölye çalışmaları A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim Dalında Oğuzhan Burak Tarafından Yüksek Lisans Tezi Olarak Çalışıldı
Atölye Tekel İşçilerinin Direnişi Fotoğrafları Dokümanter Fotoğraf Festivaline (Fransa) özel gösteri olarak çağrıldı.
SIPA Press fotoğrafçılarının Fransız işçi sınıfı halkının özelleştirmeye karşı verdiği mücadele, atölye fotoğrafçılarıyla Üniversitelerde Ortak sergi Olarak sergiledi.
ZKÜ  “BELGESEL FOTOĞRAF GÜNLERİ” Gerçekleştirildi
 
KİTAPLAR
Halepçe (İranlı fotoğrafçıların Halepçe fotoğrafları.
Reprödüksiyon; Mehmet Özer (Varyos Yay.)
Aşkın ve Başkaldırının Şairi Adnan Yücel (Yurt Yay.)
Gelenekten Geleceğe Bıraktığımız İzler (Harb-İş Yay.)
Sesini Yitiren Şehir "Sivas" (1.Baskı Bilar, 2.Baskı Varyos, 3. Baskı Çankaya Belediyesi)
Dünya Kardeşliğine Açılan Pencere (Dikili Belediyesi)
Taşların Dilinden Ankara'nın Öyküsü (İMO Ankara Şube)
Şiirimin Işıklı Irmağı "Enver Gökçe" (Evrensel Yay.)
Sesler Sözler Yüzler (Ankara 78'liler Derneği)
Onurlu Bir Geçmiş Aydınlık Bir Gelecek GENEL-İŞ
Işığın İzinden Atarna (DİKİLİ)
Göz Görmez Bilinç Görür (Notabene Yayınları 2012)
Her Kare Bir Peri Akpazar (Peri) Belediyesi Temmuz 2019
 
ŞİİR ALBÜMÜ
Zulamdaki Ayak Sesleri (Seher Yapım)
 
 
 
ŞARKILAR
Birlik Marşı / Vardiya
Dağ Ölmez / Vardiya
Yeraltı Nehirleri / Vardiya
Hoşçakal Vatan / Vardiya
Ellerimizin Çağrısı / Grup Yorum
Gözleri Hala Çocuk / Efkan Şeşen
Gitmeliyiz / Efkan Şeşen
Özledim Seni /Metin Yılmaz
Başardın Kalbim Şiir Okuyan Efkan Şeşen
Livane'yi Bilir Misiniz? Şiir Okuyan Bayar Şahin
Şimdi Yanımda Olsan Şiir Okuyan Oğuz
Bir Gül / İlkay Akkaya
Özledim Seni / İlkay Akkaya
 
SERGİLER
Usanmadan Uslanmadan
Sınıfın Öfkesi
Bahar Dalı Ömrümüz
Anılar Aynamızdır Dönüp Baktığımız
Sesler Sözler Yüzler
Sesini Yitiren Şehir "Sivas"
Kızılderililer Karaderililer Yahudiler Kürtler
Sürgün Kürtler
Gizemli Bir Vadi - Öfkeli Bir Dere "Hemşin"
Livane'yi Bilir Misiniz?
Onlar İlklerdi
Yeryüzü Nazıma Şarkılar Söylüyor
Yeraltının İsyanı - Madenci Grevi
Dağda Yanan Ateş - Çorum Bayat Madencileri
Ölüm Yürüyüşü - İzmir Belediye İşçileri
Mayısa Merhaba
Faşizmi Biz Yendik
Onur Direniş Zafer
Kayıplar Bize Sesleniyor
Alanlardaki Ayak Sesimiz
Öncü Yüzler
Günbatımı Gülüşler
Unutmak İhanettir
Özgürlük Uğruna Dövüşenler Ölmez
Su Kavuşumu
Taşların Dilinde Ankara'nın Öyküsü
Vadesiz Ölüler
Işığın İzinden Atarna (Dikili)
Yeryüzüne Barış Sözümüz Var
Ankara'ya Yürümek
Suların Kardeşliği 2009
Asla unutma Asla Bağışlama 2010 Diyarbakır
Onurumuz Eylül 2010
Kandan İzler Eylül 2011
Yaşasın Analarımız Eylül 2011
Biz Haklıyız Biz Kazanacağız (Tekel Direnişi)
Sonuna Sonuncumuza Sonsuza Kadar (Güler Zere Anısına 21 Aralık 2011)
Gemisiz Çapa Ankara 2-16 Aralık 2015 Ankara
Onar Köyü / Arapgir – Malatya 3 Eylül 2017 (MAFSAD)
Her Kare Bir Peri Akpazar (Peri) Belediyesi 27 Temmuz 2019
 
TOPLUMCU GERÇEKÇİ BELGESEL FOTOĞRAF ATÖLYESİ SERGİ VE GÖSTERİLERİ
Evlerden Sokaklara Kadınlar 2007 Ankara AFSAD
Pazaryerleri 2008 Ankara AFSAD
Bir Yüz Bin Öykü Yeryüzü Kadın 2009 AFSAD
Yaşasın Kelebekler 2009 AFSAD
Yol Yolcu Ray AFSAD
Ankara'ya Yürümek 2009 AFSAD
Ekmek ve Özgürlük İçin Yaşasın Dayanışma (Tekel İşçileri 2009) AFSAD
Dünyayı çocuklara Verelim 2010 AFSAD
Orada hayat Var (Dikmen Vadisi 2011) AFSAD
Surdibi Düşleri Diyarbakır 2012
Haziran Direnişi - Ankara 2013
Üzülmez Maden Ocağı “Bütün Renkler Siyahtı – 2013 AFSAD
Ömrümüzün T Harfi Sokaklar 2013
Gözaltında Kayıplar Cumartesi Anneleri-İnsanları 2013-2015 AFSAD
Gemisiz Çapa Ankara 2015
Hatırladığın Kadar Güçlü Unuttuğun kadar Suçlusun Unutma
 10.10.2015/10.04 Ankara Katliamı 10 Haziran 2016 Ankara
Kuyunun Dibindeki Taş 1915 Fotoğraf Okumaları
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddet 8 Mart 2019 Ankara
25 Kasım 2019 Ankara / Datça
 
TOPLUMCU GERÇEKÇİ BELGESEL FOTOĞRAF ATÖLYESİ KİTAPLARI
Surdibi Düşleri 2011  AFSAD
Orada Hayat Var 2012  AFSAD
Haziran Direnişi 2013
Gözaltında Kayıplar Cumartesi Anneleri / İnsanları 2016 AFSAD
Kuyunun Dibindeki Taş 1915 Fotoğraf Okumaları (NOTABENE)
Gemisiz Çapa Ankara 2017 / Ankara (Çankaya Belediyesi)
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddet 8 Mart 2019 Ankara
TOPLUMCU GERÇEKÇİ BELGESEL FOTOĞRAF ATÖLYESİ SÜRDÜRÜLEN PROJELER
 
38 Dersim
Bütün Renkler Siyahtı Üzülmez Maden Ocağı - Zonguldak
Baskıya hazırlanıyor maden mühendisleri odası
 
 
 
GÖSTERİ VE BELGESELLER
Yeryüzü Nazım'a Şarkılar Söylüyor
Sesler Sözler Yüzler
Ado'ya Armağan (Adnan Satıcı'ya)
Ahmet Telli'ye Armağan
Şükrü Erbaş'a Armağan
Adnan Yücel'e Armağan
Taşların Dilinden Ankara'nın Öyküsü
Işığın İzinden Atarna
Onurlu Bir Geçmiş  Aydınlık Bir Gelecek Genel-İş
Işığı Taşıyanlar
Yaşam Bir Anlar Toplamıdır
No Passaran
"Kalbimi Vatanıma Gömün"
Verilmiş Söz "Bes"
Hırant Dink'e Armağan
Esimi Filo
Yeraltının İsyanı Madencilerin Ankara Yürüyüşü
Kalbimizin Doğusu Filistin
Sesini Yitiren Şehir Sivas
Enternasyonal - Emeğin Tarihinden
Kayıplar Bize Sesleniyor
Işıklı Bir Nehir "Enver Gökçe"
Van-Erciş Depremi "Buradayım Abey" 22 Mayıs 2012
 
TİYATRO
ELİN ALTINDA 
“ÜÇ SOLUKLUK OYUN” ŞUBAT 2016
 
www. mehmetozer.net
www.belgeselfotografatolyesi.net