Yazının başlığı “Sığınma Hakkı” olmasına rağmen Konya’da bir Kürt aileye yönelen şiddet ve katliama değinmeden geçmek doğru olmayacaktır.

Birileri tarafından pompalanan milliyetçi hezeyanların kendi vatandaşlarına karşı katliam ve linç kültürü dönüşmesine bakıp, bu hezeyanların göçmenlere yöneldiğinde nasıl sonuçlar doğuracağını göstermesi açısından da Konya’da Kürt aileye yönelen şiddeti iyi anlamak ve sonuçlar çıkartmak gerekiyor.

Başta İçişleri Bakanı olmak üzere devlet yetkililerine orman yangınlarında sabotaj olup olmadığı sorulduğunda böyle bir bulguya rastlamadıklarını söylemelerine rağmen, Pelikancılar, Doğu Perinçek, Oda TV, Cübbeli Ahmet Hoca, Melih Gökçek ve bunlara bağlı trol ordusunun yangınların çıkma nedenini Kürtler olduğunu söyleyen twetleri ile körüklenen milliyetçilik dalgası Konya’da yedi can aldı.

İnsanların canını alan bu milliyetçilik dalgasını mahkum etmediğimizde benzeri katliamlar bundan sonra da yaşanacaktır.

AKP 19 yıllık iktidarını sürekli birilerini ötekileştirerek, yeni düşmanlar yaratarak ayakta tuttu. Bu politikaların sonuçları 2011 yılından bugüne Suriye’de yaşanan savaşla birlikte Türkiye’ye akan göçmenler olarak, yine bu tarihten sonra Ankara Gar katliamında olduğu gibi ülkenin çeşitli yerlerinde düzenlenen bombalı saldırılar ya da Konya’da Kürt aileye yönelen şiddet ve katliam dalgası olarak karşımıza çıktı.

Türkiye’deki göçmenlere ya da mültecileri yönelik hak ve özgürlüklerle bağdaşmayan söylemler ya da uygulamalar da bu kültürden besleniyor.

Son günlerde yaşana Afganistan’dan yoğun göçlerle Türkiye’deki mültecilik sorunu daha çok tartışılmaya başlanmasıyla birlikte ayrımcı sözler daha çok duyulmaya başlandı.

Suriyelilerden sonra Afganistan’dan gelenlerle birlikte göçmenler meselesinin tartışılması, doğru sonuçlar çıkartılması, göçmenlerin barınma, sağlık, eğitim haklarının nasıl sağlanacağı yönünde düşünceler üretilmesi ya da bu göçmenlerin kendi ülkelerinde yaşayabilme koşullarının nasıl yaratılacağına kafa yormak, politikalar üretmek bir zorunluluk olmasının yanında, milyonlarca sığınmacıyla birlikte ortaya çıkan, hatta birileri tarafından bilinçli bir şekilde körüklenen yabancı düşmanlığına karşı durmakta bir zorunluluk olarak herkesin ele alması gereken bir sorun olmalı.

“Herkesin sürekli baskı altında tutulduğunda, başka ülkelere sığınma ve kabul edilme hakkı vardır”

Bu sözler 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda üye devletler tarafından imzalanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. Maddesinden.

Türkiye’nin de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre kendi ülkesinde can güvenliği kalmayan herkesin sığınma hakkı vardır.

Her şeyden önce Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli ve Afgan sığınmacıların var olma nedeni kendileri olmadığı daha çok bilince çıkartılmalıdır. Hiç kimse kendi ülkesini terk edip, dilini, kültürünü bilmediği başka bir ülkede sığınmacı ya da bir yabancı olarak yaşamak istemez.

Bundan dolayıdır ki, Afgan ve Suriyeli göçmenlere karşı gelişen ayrımcı söylemlerin ırkçıdır, insanlık değerleri ile bağdaşmayan söylemlerdir.

Sığınmacılar konusunda ülkemizde yaşanan en önemli sorunlardan biri ise, farkında olarak ya da olmayarak kendisini solcu, demokrat olarak tanımlayanların saflarında da yabancı düşmanlığını körükleyen sözlerin sıkça tekrarlanıyor olmasıdır.

Türkiye’nin 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe dönemlerinde, 90’lardaki kayıplar ve köy boşatmaların yaşandığı yıllarda, hatta gönümüzde yaşanan hukuksuzlukların bir sonucu olarak yoğun bir şekilde Avrupa ülkelerine mülteci veren bir ülke olduğunu unutuyormuş gibi milliyetçi hezeyanlara kendisini sol olarak tanımlayanlardan destek çıkması açıklanabilir bir durum olmamalı.

Elbette ki bir ülkeye bir anda milyonlarca sığınmacının gelmesi her ülkede birçok dengeyi bozar. Bu duruma rağmen Türkiye’de zaten bozuk olan ekonominin ya da yaşanan işsizliğin sorumlusu olarak Suriyeli ve Afganlıların görülmesi doğru değildir.

Göçmenleri ucuz işgücü olarak görüp, göçmen sorununu fırsata çevirmeye çalışanların olmasının nedeni de Suriyeliler ya da Afganlar değildir.

Bir suçlu aranacaksa Suriyelileri ve Afganları göç yollarına döken politikaların neler olduğuna, bu politikaları kimlerin hayata geçirdiğine bakmak gerekiyor. Bu politikalar mahkum edilmediği müddetçe yeni göçmenlerin Türkiye’ye geleceğini unutmamalıyız.

Aslında gerek Afganistan’da gerekse de Suriye’de Taliban gibi, El Kaide gibi, İŞİD gibi cihatçı örgütlenmeleri kimlerin ortaya çıkardığı, bu örgütlenmeleri kimlerin eğittiği, silah ve para desteği verdiği, bu cihatçı suç örgütleri tarafından kimlerin bu ülkelerde kendi iktidarlarını kurmak için iç savaş çıkarttığı bugün için bir sır değildir. Bu suç şebekeleri tarafından ülkeleri kendilerine göre dizayn etmeye kalkışan devletlerin bu politikaları mahkum edilmedikçe, başka ülkelerde benzeri sorunlar yine karşımıza çıkacak, yeni göçmen dalgası kendisini gösterecektir.

Bu nedenle suçluyu yanlış yerde aramayalım. Suriyeli ve Afgan göçmenler yaşanan sorunun mağdurudurlar. Kültürlerini, yaşam biçimleri ne olursa olsun, onların birer sığınmacı olduğunu, her insanın yaşama hakkı olduğunu, hak ve özgürlüklerden yararlanma hakkı olduğunu unutmamalıyız.

Şunu da unutmamak gerekiyor: İnsanlık tarihi aynı zamanda göçler tarihidir. Kavimler göçüne tanık olmuştur bu tarih. Türklerin de eski tarihlerde göçebe bir halk olduğunu, 12 – 13. yüzyıllarda Moğol baskılarından dolayı Anadolu’ya göç edip burayı yurt edinen Türkmenlerin azımsanmayacak kadar çok olduğunu bilmeyenlere anlatmak gerekiyor.